İnsanlar kitap okumaya neden bu kadar önem veriyorlar? Hammaddesi ağaçlar olan bu kağıt parçalarından yapılan kitaplarla insanların derdi ne? O kitaplarda ne buluyorlar da o kadar zamanlarını ve paralarını harcamalarına sebep oluyor? Yoksa o kitaplarda başarının, mutluluğun veya zenginliğin sırrı mı var? Kitap okumanın bize verdiği faydası ne? Tüm bu soruların cevabını aşağıda anlattıklarımdan sonra alacaksınız!
İlk olarak Türkiye’nin en önemli isimlerinden olan İlber Ortaylı’nın tavsiyeleriyle giriş yapacağım. Sonra kitap okumanın önemini dünyanın en zengin insanlarının üzerinden kısaca anlatacağım. Son olarak ise dünyanın en iyi bilimkurgu yazarlarından biri olan Ray Bradbury’nın ’’Fahrenheit 451’’ eserinden yola çıkarak kitapları ve kitap okumanın değerini anlatmaya çalışacağım.
İlber Ortaylı hayatımızın temel olarak dörde ayrıldığını söylüyor; 12-25 yaşları arası, 25-40 arası, 40-55 arası ve son olarak 55 sonrası. 12-25 yaşları arası temel atma dönemi olduğunu ve hayatımızı esasen bu dönemde kurduğumuzu belirtiyor. 25-40 arasında hayata karışıp söz söylemeye başladığımızı, 40-55 arasında olgunluk dönemimizin olacağını ve 55 ve sonrasında ise bir dinlenme, demlenme zamanımızın olacağını belirtiyor. Bize en çok lazım olan 12-25 yaşları arasını inceleyeceğiz, diğer dönemlerin ayrıntılarına girmeyeceğiz. İlber Ortaylı 12-25 yaşları arasında zihnimizin, hafızamızın ve beden sağlımızın en yerinde olduğu bu dönemde okuyup öğrenmenin en ideal zaman olduğunu belirtiyor. En çok da hafızamızı açık tutmak ve hafızamızı güçlendirmek için hikaye ve romanları muhakkak okumamızı öneriyor. 15-25 yaşları arasında kendini ispat etmiş büyük isimlere baktığımızda mesela Gottfried Leibniz 19 yaşında doktora vermiştir. Leibniz hukuk tarihi okumuştur, hukukçudur; hem de bir matematikçidir, diferansiyel ve integral hesaplarıyla uğraşır. Rus yazarlarına gelecek olursak, Puşkin dramatik şekilde düelloda öldüğünde 40 bile değildi, 38’di. Yine düelloda ölen Lermontov 27’sindeydi. Bunlar en büyük eserlerini genç yaşlarında veren büyük isimlerdir. Bu insanların hayatlarını incelediğimizde daha 25’ine gelmeden kendilerini yetiştirdiklerini görürüz. Bunları anlatmamın sebebi okumanın ve öğrenmenin en çok genç yaşta yapılması gereken faaliyet olmasını belirtmekti. Yaş ilerledikçe hafızamızın zayıflayacağı ve öğrendiğimiz, okuduğumuz şeyleri çabuk unutacağımız için genç yaştayken okuyalım! Hiçbir şey bizi beklemiyor, zaman akıp gidiyor, yarın geç olabilir, geç olmadan okuyalım! Henüz geç değilken bol bol okuyalım ki gelecekte vereceği meyvelerden payımıza düşeni alalım! Kendimizi geliştirmenin yolu okumaktan geçiyor. Kitaplarda merak ettiklerimiz vardır, bilgiler vardır onları okuyarak zengin olabiliriz, bilgili ve ılımlı olabiliriz. Kitap okuyarak kendi konfor alanımızdan çıkarak başka dünyaları ve başkalarının dünyalarını ziyaret edebiliriz. Kitaplar bizim için birer rehberdirler, yolculuk yaparken çantanda taşıyabileceğin dostturlar hem de sadık dostturlar.
Düşünün o kadar zenginsiniz ki yarından itibaren her gün 1 milyon dolar harcasanız, önümüzdeki 300 yıl boyunca hiç para kazanmasanız bile servetiniz hiç tükenmeyecek bir durumda ama unutmayın 65 yaşındasınız yani önünüzde hayatınıza devam edebilmek için o kadar yıl yok, yine de kitap okur muydunuz? Sizi bilmem ama tüm bunlara sahip olan Bill Gates okuyor ve hala okuyor. Dünyanın en zengin ikinci kişisi olan Bill Gates’in bir kitap kurdu olduğunu biliyor muydunuz? Kitapları ve kitap okumayı o kadar çok seviyor ki emekliye ayrıldıktan sonra bile bir pazar çantasını kitaplarla doldurup, kendinin küçük bir kulübesinde inzivaya çekilip kitap okuyor, kitaplarla zaman geçiriyor. Onun bu kitap takıntısı emekliye ayrıldıktan sonra değil, ta çocukluğundan beri varmış. Çocukluğundan beri kitap sevgisini kazanmış olan Bill Gates kitap okuyarak kafasında yeni filtreler oluşturuyor, günümüz dünyasını ve geleceği anlamaya çalışıyor.
Dünyanın en zengin üçüncü kişisi olan Warren Buffett bir röportajında şöyle diyor: ’’Okuyorum, okuyorum ve okuyorum. Muhtemelen günde 5-6 saat okuyorum. Gençliğimde olduğu kadar hızlı değilim ama günde 5 gazete okuyorum, ciddi miktarda dergi okuyorum, yıllık şirket raporlarını okuyorum, okumayı her zaman çok sevdim özellikle de biyografi kitaplarını okumayı hala çok seviyorum.’’ Peki bu kadar çok bilgiyi nasıl işleyebiliyorsunuz diye sorduklarında… ’’Bu kadar çok okuduktan sonra kafamda filtreler oluşmaya başlıyor, birisi benimle bir yatırım fırsatı için görüştüğünde bu filtreler sayesinde iki üç dakika içerisinde karar verebiliyorum.’’ diyor. Çok okumak bizim bilgi işlem gücümüzü artıyor, karar verme sürecimizi hızlandırarak daha doğru kararları daha hızlı vermemizi sağlıyor.
Şimdi buradan çok okuyan çok zengin olur gibi bir sonuç çıkartamayız, ama belli ki çok zenginlerin çoğu çok okuyanların arasından çıkıyor. Zengin olmak paranın, malının ve mülkünün çok olması değil gerçekte zengin olmak servetle olsaydı bu anlattığım kişiler kitapların yakasını bırakırlardı, okumakla zaman kaybetmezlerdi. Demek kitap okuyarak zengin bir kişiliğe, zengin bir hayal gücüne, zengin kelime dağarcığına sahip olabilir ve gerçek manada zengin bir insan olabiliriz.
Yazılmış en iyi bilimkurgu romanı olan ’’Fahrenheit 451’’ Ray Bradbury’nın eserlerinden biridir. Bazen yazarlar henüz var olmayan bir dünya üzerine yazar. Bunu yapmalarının yüzlerce sebebi vardır. Geriye değil ileriye bakmak iyidir. Geleceğin dünyası günümüzün dünyasından daha büyüleyicidir, daha ilginçtir. Bizi uyarmaya ihtiyaç duyarlar. Cesaretlendirmeye. İncelemeye. Hayal etmeye.
Henüz var olmayanın dünyasını yazmayı mümkün kılan üç ifade vardır:
Ya şöyle olsa…?
Keşke…
Bu böyle sürerse…
’’Ya şöyle olsa…?’’ ifadesi bize değişiklik verir, bizi hayatımızdan uzaklaştırır.
’’Keşke…’’ ifadesi yarının görkemli yönlerini ve tehlikelerini keşfetmemizi sağlar.
’’Bu böyle sürerse…’’ ifadesi üçü arasında en tahmin edici olanıdır. ’’Bu böyle sürerse…’’ ifadesi, bunun yerine günümüz hayatından bir unsuru, normalde tedirgin edici bir şeyi alır ve o şey, o tek şey büyüse, her tarafa yayılsa, düşünme ve davranış tarzımızı değiştirirse ne olacağını sorar. Bu uyarı niteliğinde bir sorudur ve uyarı niteliğinde dünyaları keşfetmemizi sağlar. Fahrenheit 451 spekülatif kurgudur. Bir ’’Bu böyle sürerse…’’ öyküsüdür.
1950’lerde şu espri yapılıyordu: ’’Eskiden kimin evde olduğunu ışıkların açık olmasından anlayabilirdiniz; şimdiyse ışıkların kapalı olmasından anlaşılıyor.’’ Televizyonlar küçüktü, siyah beyazdı ve net bir görüntü elde etmek için ışıkları kapamak gerekiyordu. Ray Bradbury, ’’Bu böyle sürerse… artık kimse kitap okumayacak’’, diye düşündü ve böylece Fahrenheit 451 başladı. Bradbury, ’’Ya şöyle olsa… itfaiyeciler evleri kurtarmak yerine onları yaksa?’’ diye düşündü; şimdi öykünün içine girmenin yolunu bulmuştu. Bir kitabı yakmak yerine alevlerden kurtaran, Guy Montag adlı bir itfaiyeci karakterini oluşturdu. ’’Keşke… kitaplar kurtarılabilse’’, diye düşündü. Los Angeles İtfaiye Teşkilatı’nı arayıp, kağıdın kaç derecede yandığını sordu. Birisi ona, ’’Fahrenheit 451’’ dedi. Bradbury eserinin ismini bulmuştu.
Neden kitaplardaki şeylere ihtiyacımız var? O şiirlere, denemelere, öykülere? Yazarlar bu konuda aynı görüşte değildir. Yazarlar insandır, yanılabilir. Sonuçta öyküler yalandır; asla var olmamış insanları ve asla başlarına gelmemiş şeyleri anlatırlar. Neden onları okuyalım ki? Neden umursayalım? Fikirler özeldir. Öykülerimizi ve düşüncelerimizi nesilden nesle aktarmamızın yoludurlar. Ayrıca kurgu empati kurmamızı sağlar: Bizi başka insanların zihnine sokar, dünyayı onların gözünden görmemizi sağlar. Kurgu, doğru şeyleri bize anlatıp duran bir yalandır.
Bu eser bir şeyleri umursamakla ilgilidir. Kitaplara yazılmış bir aşk mektubudur. Eserde öyle bir devirden bahsediliyor ki; Televizyonun ve teknolojinin hüküm sürdüğü, okuma eyleminin yok olmak üzere olduğu, itfaiyecilerin ise yangını söndürmek yerine ortalığı ateşe verdiği bir devir. Guy Montag işini seven bir itfaiyeci ve yıllarını hiç düşünmeden yasadışı olan üretimlerin en tehlikelisi olarak kabul edilen kitapları yakmakla geçiriyor. Montag yaptığı iş üzerine tek bir gün dahi düşünmeden ve tüm zamanını televizyonla kaplı odalarda öldürerek ömrünü geçiriyordu. Ancak yeni komşusu Clariss’le tanışmasıyla tüm hayatı değişti ve kitapların değerini kavramaya başladı. İnsanlar yakılıp yok edilmek üzere olan kitaplar için canlarını feda etmeyi göze alıyorlardı. Kitapların değerini bilen insanlar bir topluluk oluşturup kitapları ezberlemeye başlıyorlar. Gelecek nesillere ezberlediği kitapları anlatarak bu serüveni devam ettirmeyi başarırlarsa kitapların yok olmasını önleyebileceklerine inanıyorlar. Kitapların yok edilmesine karşı olanlar sevdiği kitapları ezberliyorlar böylece kitapları hafızalarında diri tutuyorlar, taşıdıkları yükün günün birinde birilerine faydasının dokunmasını umuyorlar.
Şimdi soruyorum size, gerçekten böyle bir devir gelmeden kitapların değerini bilmek, onları okumak ve onlardan faydalanmak bizim lehimize olmaz mı? Tabi ki olur. Daha elimizdeyken onların değerini bilelim, yarın öbür gün onlardan mahrum edilirsek pişman olmamız bize fayda vermeyecek. Kitaplar şu an elimizin altındayken onlardan yararlanalım! Elini uzattığın yerden bir kitaba ulaşabileceğin şu günlerde okumamazlık yapıp onları ihmal etmeyelim!
Şimdi ise bu romanda kitapların neden bu kadar önemli olduğunu ve kitaplardan nasıl faydalanacağımızı anlatan kısa bir ayrıntıya değinmek istiyorum. Toplam üç unsurdan söz ediliyor. Birincisi; kitapların nitelikli olması. Kitaplar hayatın yüzündeki gözenekleri gösterir. Bize gerçekleri anlatır. Bu yüzden kitaplar önemli. İkincisi; serbest zaman yani kitaplar için zaman ayırmamız gerekiyor. Üçüncüsü ise; ilk iki unsurun birleşiminden elde edeceğimiz yani nitelikli bilgi ve onu hazmetmek için gerekli serbest zamanın karşılıklı etkileşiminden öğrendiklerimizde temellenen eylemlerde bulunmak. Böylece kitapların faydasından yararlanabiliriz.
Bradbury ’’Kütüphane yuvalanma yerimdi, doğum yerimdi, büyüme yerimdi. Kitaplarım da kütüphanelerle, kütüphanecilerle, kitap kurtlarıyla ve kitapçılarla doludur. Yani kitap sevgim öyle büyüktü ki sonunda … ne yaptım? Kitaplara aşık olan bir adamla ilgili bir kitap yazdım’’ diyor.
Birileri çıkıp böyle bir devir gelmeden elimizdeki kitapların değerini bilmemiz için roman yazıyorsa, bu roman dünya çapında çeşitli ödüllere layık görülüyorsa ve milyonlarca kişi tarafından okuyup takdir ediliyorsa neden merak edip okumayalım ki?
Dikkat ettiyseniz bu makaleye soru sorarak başladım sebebi şu, hayatımızın büyük çoğunluğunu merak etmekle geçiririz. Sahip olduğumuz bilgilerinin çoğunu merak ederek ve soru sorarak öğreniriz. Hayatta virgülden, noktadan ve ünlemden çok soru işaretini kullanırız. Her şey merakla başlar. Mesela sen, evet sen sana sesleniyorum, ’’Kitap okumak neden önemli?’’ diye soruyla başlayan bir makaleyi okumaya karar verdin, neden? Merak ettiğin için değil mi? Evet dediğini duyar gibiyim.
Erkin Apbayev,
Kırklareli Üniversitesi öğrencisi