İnsan bazen düşünmeden edemiyor, ‘tüm bunlar ne için?’ ‘Ben niye varım?’ ‘Niye geldim bu dünyaya?’ Fakirse ‘niye ben diğerleri gibi herşeyim yok, niye ben fakirim?’ Herşeyi yerindeyse ‘Ben niye mutsuzum?. Bu gibi sorular hemen hemen herkesin hayatta en az bir kere kendine sorduğu sorulardır. Tüm bunlar boşuna değil. Her insanın hayatının bazı dönemlerinde kendini, hayatı, dünyayı, varoluşu sorgulaması ise tüm bunların boşuna olmadığının en büyük ve en anlamlı kanıtıdır. Bu enteresan ve hayran kaldırıcı derecede bir düzen çerçevesinde hareket eden evrende her şeyin boşuna olmadığına ikna olan her birey için varoluş amacını bulması boynunun borcu gibi geliyor. Çünkü ortada bir hakikat var ve o bunun kokusunu almıştır. Hakikat kokusunu alan her insan onu anlayıp kavramazsa, onunla yaşamazsa hiç rahat edemez. Ama aynı zamanda her bilgi de rahatsız edicidir. Çünkü her bildiğin doğruyu yapmak zorunda kalırsın. Yaparsan nefsin sızlar, yapmazsan vicdanın. İşte insanoğlu dediğimiz gizem dolu yaratık bu kadar acizdir. Her zaman ıstırap çeker. Peki bu hayatı ıstırapsız, acısız, herkesin hayalindeki cennet gibi yaşayanlar yok mu? Yok mu bu hayatı huzurlu ve mutlu bir şekilde geçirmenin yolu. Var, tabii ki var. Bunu kavrayıp doğrunun peşine düşmek istiyorsan okumaya devam et ir arabayı en iyi kim bilir? Onu icat eden. Bir telefonu en iyi kim bilir? Onu icat eden. Peki bir kitabı en iyi kim anlar. Onu yazan yazar anlar. Aynı bunlar gibi her şeyi onu icat eden bilir, anlar. Bunu kavrayan akıl hemen düşünüyor: ‘İnsanı kim var etti?’ İşte, her şey bu soruda gizli. Bu soruyu bulabilen ya da sorabilen, belkide dünyadaki en değerli şeyi buluyor. Çünkü hayat amacını bulmanın adresini bulmuştur. Bu dünyaya geldikten sonra hayat amacını bulamayan, doğduktan sonra anne babasından gördüğü hayatı tekrarlayan bireylerin hayvanlardan bir farkı var mı? Bizim bu hayata gelmemizin sebebi büyüyerek evlenmek, sonra çocuk yapmak, ondan sonra tüm insanlar gibi ekmeğinin peşinden koşarak ölmeyi beklemek ve sonunda herkes gibi ölüp gitmek olmadığı sence de gayet açık değil mi? Bir sebep olmalı, insanı tatmin eden. Bir de derinlerinde bir yerde istediğini vereceğini vaad eden biri. O biri öyle biri olmalı ki, ondan başka hiçbir şey büyük olmamalı. O dediğimiz şey EN BÜYÜK olmalı. Ve bizi var eden de o olmalı. Çünkü bizim tam olarak ne istediğimizi bilen biri sadece ve sadece bizi var edendir. Aynı, arabayı en iyi icat edenin bilmesi gibi. Tüm bunları sorgulayıp anlayabilmek, güçlü bir anlama kapasitesi barındıran beyin talep eder. Çünkü insan beyin kapasitesini geliştirmek ile yükümlüdür. Hiç bir insan bilgi dolu bir beyinle dünyaya gelmemiştir. İşte bu noktada ise kitap okumak dediğimiz olay devreye girer. İnsan yavaş yavaş okumanın önemini anlamaya başlar, çünkü hayatı anlayamadığını anlar. Ve hayatı anlamanın yolu da kitaplı duraklardan geçer. Kısacası okumazsan anlamak zor. Her şey okumakla da bitmiyor. Ne okuduğun da fark ediyor. Okuyup da başaramadıklar varsa, şüphesiz doğru kitapları okumamıştır. Yedikçe beslenip büyüyen beden gibi gelişir beyinlerimiz okumakla. İlk önce basit şeyleri anlar. Basitleri anlaya anlaya gelişir ve zor olanı basitçe anlamaya başlar istediği gibi. Çünkü her şey düzen içinde devam edip gidiyor her saniye… Okuyan beynini zorlar, okumayan bedenini. İkisini de zorlamayan aç kalır. Aç kalınca ne varoluşunu anlamaya çalışır ne de hayat amacından haberi olur. Çünkü ekmek derdinde olan değerli bir tablodan ne anlar? Bilgisiz doğan beyin doğruyu yanlışı ayırt edemez. Doğruları göremeyen yanlışa dalar. Bu açıdan bakarsak her bir kitap yaşanmış olayların sonucuyla beraber incelenmiş halidir. Ne yaparsan ne olacağını bilmek doğru hayatın garantisidir. yüzyılda yapılan yeni yanlış yoktur. Her insanın yaptığı yanlışı mutlaka ve mutlaka bizden önceki insanlar yapmıştır. Yanlış doğruyu yapamamaktan doğar. Ve bir hayat ise doğruları yanlışarak keşfetmek için çok kısadır. O halde bunları okuyup öğrenmekten daha basit bir yolu varmıdır? Başarılı olmak isteyen her birey okuyup geçmemeli. Yanlışlar tespit edilmeli, doğru cevapların altı çizilmeli. Altı çizilen doğrular unutulmamalı, yeri geldiğinde de kullanması bilinmeli. Kullanmadığın bilginin faydası olamaz. Faydasını göremediğin bilgiyi bilmek ne işe yarar? Yolun sonu hakikattır, hakikat ise tektir. Hakikatın yolu ise doğrulardır. Hakikate giden doğru yol birden fazla olabilir. O zaman her kitap doğru yolun farklı çeşididir. Okuyan doğru yolu keşfeder. Çok okuyan ise en doğru yolu keşfeder. Doğru ile en doğrunun farkı ise, hedefe ulaşmak için gittiğin mesafedeki uzaklıktır. Biri 10 km geçerek ulaşır, başka birisi 5 km geçerek ulaşır. Sonuçta ikisi de ulaşır ama çok okuyan kolay ulaşır. Her okuyan başarıya ulaşmamıştır ama her başarıya ulaşan okumuştur. Okuyor adını almak için veya okumak için okunmamalı. Öğrenmek için okunmalı ki okumanın faydası değsin. Eğer böyle yapılırsa hem faydası görülmüş olur hem de okuyor adı alınır. Bir taşta iki kuş okumayanın işi olamaz. İstisnalar hariç. Anlamak hayatı kolaylaştırır. Her çözülen problem önce anlaşılmıştır. Yani, çözmenin yolu anlamaktan geçer. Bir şeyi taklidi (anlamayarak) ve tahkiki (anlayarak) yapan her haliyle farklı olur. Anlayan yaptığından zevk alır. Anlamayan çabuk sıkılır. Anlamak eğlenceli kılar. Anlamamak sevmeye engel olur. Kitap okumanın önemi anlaşılsın diye, şimdi anlatmaya çalıştıklarıma küçük bir benzetmeyle devam etmek istiyorum. Anlaşılsın ki evk alınsın, uzun zaman devam etsin, eğlenceli olsun, faydası görülsün. Bir uçak düşünün. Zaman denilen şeyin var olmasıyla havalanmış ve gidiyor, gidiyor, gidiyor. Uçak insanlığı sona doğru götürüyor. Yolculuğun devamında sürekli yeni insanlar var oluyor. Yeni gelenlere yer verenler ise genellikle yaşlı insanlar oluyor. Bu uçak böylece istikametinden şaşmadan uçup gidiyor. Zamanla başlayan bu uçağın yolculuğu zamanla biteceği kesindir. Bu kısa, anlam dolu paragraftan kitap okuyan insan az çok birşeyler anlamıştır. İhtiyaç duyanlar için bir açıklama yapmak gerekirse, o ‘uçak’ diye isimlendirdiğimiz hayat; ‘uçağın havalanması’ kainatın yaratılıp hayatın başlaması; ‘yolculuk’ insanlar için onların ömrü, uçak için yaratanın dünya’ya vermiş olduğu belirli bir süre; ‘yolculuğun bitmesi, uçağın iniş yapması’ ise kiyamet zamanıdır. Uçağa yeni insanların gelmesi yeni doğan bebeklere işaret, yaşlıların onlara yer vermesi de hayatlarını tamamlamasıdır. Sen, ben ve şu an hayatta olan tüm insanlar ise yolcu. Bu hikayeden kitap okumanın önemini sizlere aktaracak olursam; kitap okumak o yolculuğu anlamaktır. Kitap okumak yaşamını sorgulamaktır. Kitap okumak uçağa nereden geldiğini ve vakti geldiğinde yeni insanlara yer verecekken nereye gideceğini araştırmaktır. Kitap okumak bilinçsiz olarak tüm insanların her gün yapmakta olduğu şeyleri niçin yaptığını kavramaktır. Yeri geldiğinde, kitap okumak insana en iyi dosttur, dertteştir. Kitap okumak ‘şu an babam olsaydı atmam gereken adımı söyler, yoluma harita olurdu diyene’ bir babadır. Kitap okumak yürümeden yolculuk etmektir. Kitap okumak romanlardaki insanları konuşmadan anlamaktır. Kitap okumak yaratanın insanlığa seslendiği ilk emri yerine getirmektir. ‘Peki ya okumayan bunları yapamaz mı, anlayamaz mı?’ derseniz, yapar da anlar da ama hiç okuyanınki kadar olmaz, olamaz. Okumayan insan bakış açısının darlığı kadar anlar herşeyi.
İyi ki kitaplar var…
Dövletgeldi Myradov,
Erciyes Üniversitesinin öğrencisi