Bana bir isim söyleyin!
Öyle bir isim olsun ki,
İçinde Mustafa Kemal yazsın!
Gözlerini göreyim harflere bakarak,
Ellerini öpeyim, haritanın çizgilerinde.
Denizlerde, Limanlarda, Tersanelerde,
Bir tek, Mustafa Kemal’i arıyorum.
Demiryollarının ağlayan raylarında,
Toros ekspresinin siren sesinde,
İçine düştüğüm girdap kuyularında,
Kurtarıcı, Mustafa Kemal’i arıyorum.
Bandırma vapurunun küpeştesinde,
Karadeniz’in her metrekaresinde,
Ufuktan doğan güneşin her zerresinde,
Samsun Limanında, Mustafa Kemal’i arıyorum.
Samsun’dan Amasya’ya uzanan yolda,
Bir piyade yürüyor,dağda bayırda,
İsmi de yok, ne bölük de ne de taburda.
Milletinin içinde, Mustafa Kemal’i arıyorum.
Bir İlke,bir İnkılap gördüm,
Önce hayretle baktım, sonra güldüm.
Oysa yanılmışım, çok üzüldüm.
Tarih sayfalarında, Mustafa Kemal’i arıyorum.
Bir Bayrak dalgalanıyor bütün yurtta,
Gülümseyen tatlı bir renk var şavkında,
Şehitlerimizin akan kanı var onda.
Kanımda, Mustafa Kemal’i arıyorum.
Sarı saçı, alev saçan gözleriyle,
Ulusa, Zafer bizim diyen sözleriyle,
‘Ya Ölüm, Ya İstiklâl’ diyen sesiyle,
Emreden, Mustafa Kemal’i arıyorum.
Bana bir göz gösterin, masmavi olsun.
Bakışlarından dünyayı seyredeyim.
Kirpiklerinde tüm dünyayı göreyim.
Yolda; Mustafa Kemal’i arıyorum.
O; Hazarda İmam, seferde Komutan.
O; tüm dünyaya örnek, yüce bir Sultan.
O; Cumhuriyet, o, millet, o, bir Vatan.
Orda; Mustafa Kemal’i arıyorum
ŞİMDİ ANLADIN MI BENİ DOSTUM
Dinle dostum, dinle hayat hikâyemi.
Bir zamanlar ben de çocuktum hani.
Kanım kaynıyor, meydanlar bana gani.
Dağ, dere, tepe dümdüzdü yani…
Büyüdüm, sakallarım çıktı diken gibi.
Soran olmadı, ben de bilmiyordum ki,
Rüya görüyorum, evcilik oyunu sanki,
Benden başka erkek yok hepsi kızdı.
Evcilik oyunuymuş nasıl bir şeyse,
Yatak, yorgan, yastık falan neyise,
Çarşaf, nevresim birbirine dolaştı.
Başımın altında ki yastık da yere düştü.
Gençlik, cahillik ne dersen de dostum.
Farkında olmadan çabucak büyümüşüm,
Eh artık zamanım gelmiş, aşka yürümüşüm.
Rüyadan başka sevgili nedir bilmemiştim,
Oysa yanılmışım, erkenden evlenmişim.
Zaman geldi, bir sürü çoluk çocuk olmuş.
Aradan yıllar geçmiş, torun torba büyümüş.
Bir gözüm alil, kulaktan ahraz kalmışım.
Bende saç, sakal hepsi birbirine karışmış,
Kısa zamanda kara dağlara kar yağmış,
Ve lakin zürriyetimden haberler kesilmiş,
Farkında olmadan uzun bir yol yürümüşüm.
Geriye baktığımda, ne bir iz ne de yaşam görmüşüm,
Yıllarca taşıdığım yükten çok yorulmuşum dostum !
Anladım ki, seksen yıl geçmiş…ben, ölmüşüm…
Uzun yıllar gibi görünen kısacık bir yaşam,
Hayatın tadını bile anlamadan koca bir ömür bitmiş,
Yaşama tam veda etmek üzere sahilleri dolaşırken,
Engin deryaya bakan işte o gönül dostu varken,
Kısacık ömrümün uzadığını hayal ederken,
Rastgele Hayata tutunmaya çalıştım velakin,
Geç de olsa hak tecelli edecektir dostum.
Kaçmanın faydası yok ki va ki tecelliyetten,
İşte o zaman beni ziyarete gelecek olan,
Bir kaç dosttan başkasını beklemem,
Gelirsen eğer “meçhul adam” yazılı taşı göreceksin.
İçinden gelirse şayet, birkaç dua ediver,
Son baharımda yüreğimdeki dostlarımdan başka,
Zürriyetimi tanımam, gelenim olmaz dostum.
Soran olursa “ burada yatan bir garip şair” deyiver.
Bir daha görüşemezsek hakkını helal et dostum.
Şimdi anladın mı…, anladın mı beni dostum…?
BİR GARİP ŞAİRİN FERYADI
Sana o kadar çok tutkunum ki,
Korkularımı bir türlü yenemiyorum.
Habersizce, sanki yok olacakmışsın gibi,
Kuşkularımı beynimden atamıyorum.
Seni sevdiğimi kelimelerle anlatamıyorum ki,
Bedenime yapışmış bir parçasın sanki,
Görsen, öyle sıkıca perçinledim ki,
Etimden kopup, parçalanırcasına.
Canımdan can kopacakmış gibi,
Onluk çivi ile kalbime çaktım seni.
Uzunca yılların bitmesini istemem,
Bir o kadar daha eklenmesini dilerim.
Ferhat ile Şirin misali, sarp dağları delerim,
Asırlar geçse de, ben yine gelirim.
Haykırırım dağlara, taşlara, isyan ederim.
Sana olan tutkumu yabana ilan ederim.
Bilsinler ki, bir garip şair bürünmüş mateme,
Yas tutmuş, küsmüş efkârı âleme.
Hasan AZKIRAN,
Turkiye. Şair, Gazeteci, Yazar.